DOLAR 38,4251 0.22%
EURO 43,6561 -0.28%
ALTIN 4.075,86-1,29
BITCOIN 35943051.46649%
Samsun
15°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Neslihan Şahin

Neslihan Şahin

08 Nisan 2025 Salı

ADALETİN MİTLERDEN MODERN İNSANA YOLCULUĞU

ADALETİN MİTLERDEN MODERN İNSANA YOLCULUĞU
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Yazan: Akademisyen / Yazar Neslihan Şahin

Adalet imgesi mitolojide de karşımıza çıkar; bu bağlamda mitler, “adalet” kavramının eski insanlar tarafından nasıl algılandığıyla ilgili ışık tutucu niteliğe sahiptir. Enki, Ma’at, Şamaş, Themis, Dike ve Justitia gibi adalet tanrıçaları bu mitleri ve imgeleri oluşturmuşlardır. İmgelem bir kavrama karşılık gelen birçok şeyi açıklama gücüne sahiptir. Bu makalede mitolojideki adalet imgeleri aracılığı ile mitlere dayalı toplumların adalet kavramına yüklediği anlam değerlendirilerek günümüze ışık tutulmaya çalışılacaktır.

İnsanın değil belki ama insanlığın en eski meselesidir adalet… İnsanın, insan olma yolculuğunda hak kavramını ilk keşfettiği yerde adaletin de ortaya çıktığından bahsedebiliriz. Bilinen görünenden ulaşılan odur ki; adalet ilk kez avcılık ve toplayıcılık döneminde avcı ile tüketici arasındaki hakkaniyet arayışı ile ortaya çıkarmıştır. Bu da toplumların mülkiyeti keşfetmesine ve hızla toplu yaşama geçmesine sebep olmuştur. Tam da bu noktada adalet kavramı tanrısal bir olgu olarak toplum düzenini ele geçirmiştir.

Günümüzde birçok noktada yalnızca mahkeme salonlarının soğuk duvarlarında yankılanan bir kavram olarak algılanan adalet aslında yüzyıllardır insanlığın zihninde, kalbinde ve düşlerinde aradığı bir dengedir.
Buraya kadar okuduysanız biliniz ki bu yazıda, kadim mitlerin ve felsefenin rehberliğinde adaletin izini süreceksiniz. Ulaşacağınız nokta değil belki arayacağınız yer konusunda aydınlanacaksınız.

Mitlerin Terazisinde Bir Kavram: Adalet

Dünya var olduğundan beri her kavramın bir öyküsü vardır; adaletin öyküsü ise tanrıçalarla başlar. Yaşadığımız çağdaş dünyada en iyi bilinenlerden Antik Yunan tanrıçalarından Themis adaletin sahibidir. Günümüzde en çok adalet saraylarının bahçelerinde elinde terazi, gözleri bağlı halde duran bu güzel kadın çağlar boyunca dünyevi adaleti sağlaya gelmiştir. Bu belki de insanlığın böyle olmasını istediği bir durumdur. Zira insan insanlık çerçevesinde kaybolmaya başladığı her an en insani erdemlerini tanrısallaştırmaya başlar…

Bu bize insanın adaleti kendi sınırlarının dışında ve üstesinden gelemeyeceği bir düzeyde göstermektedir. Peki, tanrısal bağlamların ve gücün asıl sahibi kimdir?

İşte tam bu yerde görülmektedir ki; insanoğlu görmez ama yargılar, duymaz ama yargılar, aldırmaz ama yargılar; çünkü gören, duyan ve aldıran bir ilahi kudrete çoktan sırtını dayamıştır. Yani insana göre; adalet bakışa değil, ölçüye dayanır.

İnsanlığın adaleti tanrısal düzeye yükseltmesinin yanlış ya da doğru olup olmadığı şöyle dursun Themis’in kızı Dike yüzyıllar boyunca insanların dünyasında adaletin sesi olmuştur. Bu bir bakıma ilahi düzenin dünyevi yansımasıdır.
O zaman akla gelen ilk sorunun şu olması gerekmiyor mu? Bunca zaman adalet tanrısal düzeyde aranmış ve Themis tüm ihtişamı ve kutsiyetiyle ilahi adaletin temsili olarak aramızda tutulmuştur.

Yine Yunan tanrıçalarından Nemesis adaletin öyküsünde en karanlık satırlara gizlenmiştir. Dengesizlik, kibir ve taşkınlık… Hepsi onun radarındadır.

İlahi denge insanın karanlık duygularına yenik düşmesiyle bozulur işte orada cezayı getiren odur. Ancak bu cezalar için insanın ölümü beklenmez… Yaşayan insan adaletin dengesini bozduğunda cezasını nefes alıp veriyorken çeker.
Bu da bize bugün göstermektedir ki insan en ilkel dönemlerinden beri adaleti, yalnızca “hak” değil, “denge” unsuru olarak da görmüştür. Zira mitolojideki tüm tanrı ve tanrıçalar insanın insanlığa ulaşma çabasından ve insanın zihninden doğmamış mıdır?

Buna göre, dengeyi bozan her hareketinde insan bilmelidir ki; tanrısal müdahalelerle kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelecektir. İnsanı kendi karanlık ve aydınlığı arasında dengede konumlandıran ise inanç sistemidir. Bu inancın ana kaynağının korku ipleri ile örülmüş olması tesadüf değildir.

Tarih boyunca gücün sahibi her kimse kendinin de üzerinde bir gücü işaret ederek korku duygusunu canlı tutmuş ve ancak bu şekilde toplumları dize getirmiştir. Burada “Toplumların huzurunu sağlamıştır.” Demek açıkçası içimden gelmedi. Çünkü korkunun ilahi mertebe kanalıyla insanlığın içine salınması herhangi bir düzen arayışını göstermez.
Bu durum insanlığın yolculuğu değerlendirildiğinde kendini keşfetme süreci olan ilkel dönemler için de geçerlidir. Öyleyse, günümüzde “Modern insan” dediğimiz insan için yani bizler için durum tam olarak nedir?

Acaba tarih boyunca bir kişinin bile aklına; insanın insanda aradığı adaleti, tanrı hükmüne dayandırması, sorumluluktan kaçışın bir yolu olduğu gelmiş midir? Bu kaçışın sonunda geldiğimiz noktada dünyevi sorunlardaki hakkaniyetsizliklerin muhatabı ilahi adalet midir? Ya da ilahi adalet nedir?

Binlerce yıl süren insanlık yolculuğunda kendimize modern dediğimiz şu noktada ilahi düzen ve ilahi adalet beklentimiz anlaşılabilir mi?

Bu soruların cevabını arayacağımız yer belki de yine tarihsel süreçte adaletin batı ve doğu dünyası tarafından algılanış biçimidir.

Klasik Yunan düşüncesinin etkisinde olan Batı’da adalet, adaletsizliğin olmadığı durum olarak açıklanırken, Doğu’da ve hatta Osmanlı’da adalet zulmün reddedilmesini, önlenmesini ifade ederek dolaylı yoldan adaletsizliğin olmadığı durumu belirtir ve böylelikle insanoğlunun adalet sorununa verdiği son cevapla ilk cevap aynı olmaktadır (Güriz, 2001, s.33).

Antik Yunan’da ve hatta günümüzde dahi adalet, adaletsizlikle açıklanmaya çalışılmıştır. Gerçekten de insanlar adalet kavramına ilişkin tam bir bilgiye sahip olmasalar da adaletsizlik üzerine yargıda bulunabilmektedirler. İnsan üzerine yapılan araştırmalarda, adaletsizlikle karşılaşanlarda ilk önce üzülme, kızgınlık, isyan gibi duyguların harekete geçtiği, sonrasındaysa çekilen çilenin lanetlendiği görülmektedir (Yücel, 2011, s.179).
Bu durum tanrısal gücün ortaya çıkması ile sona erer. Yaşadığı coğrafyanın düzeni içinde haksızlığa –Adaletsizliğe- maruz kalan insan her acziyete düştüğünde dünyevinin üzerindeki ilahi bir gücün varlığı ile hayata tutunmaya devam edebilir.

Bu durum günümüzde dâhil tüm çağlarda ve tüm toplumlarda değişmeden devam etmiştir.

Felsefenin Sorusu: Adalet Nedir?

Mitoloji adaleti kutsal bir denge olarak resmederken, felsefe onu akıl yoluyla anlamaya çalışır. Platon için adalet, ruhun uyumudur. İnsan ruhu, tıpkı toplum gibi üç parçadan oluşur: akıl, irade ve istek. Bu parçalar birbirleriyle çatışmadığında, birey de toplum da adil olur.

Aristoteles ise konuyu daha dünyevi biçimde ele alır: Dağıtıcı adalet ile düzeltici adalet arasında ayrım yapar. Kim neyi hak eder? Ve bir haksızlık yaşandığında, denge nasıl yeniden kurulur? Bu sorular bugün bile geçerliliğini korumaktadır.

Modern döneme geldiğimizde ise John Rawls’un adalet anlayışı öne çıkar. Ona göre, adaletli bir toplum ancak bireyler kendi sosyal konumlarını bilmeden karar verirlerse kurulabilir. “Cehalet peçesi” bu anlamda güçlü bir metafordur.

Geldiğimiz çağda ulaştığımız yerde adalet, çıkarlarımızı bilmeden düşündüğümüzde daha doğru kavranabilir. Adaletin içinde biçimlenmiş manaya bu şekilde ulaşabilir.
Sözün özü; adalet tarihsel süreçte, batı toplumlarında olduğu gibi adaletsizlik üzerinden adalete ulaşmak değil ya da doğu toplumlarında olduğu gibi adaletsizliğe engel bir baraj değildir.

Günümüzde Adalet: Mitin Hayaleti, Felsefenin Sorusu

Bugün adalet, mahkemelerde dağıtılan kararlar kadar sosyal medyada verilen tepkilerde, algoritmaların önerilerinde, hatta gündelik dildeki suskunlukta ya da isyanda kendini gösteriyor.
Themis’in gözleri adil hükmün temsili olarak kapalıydı; peki biz modern dünyanın insanı olarak bakmadan karar verebiliyor muyuz? Nemesis, dengesizliklere tepki veriyordu; günümüzde dengesizlik norm hâline geldiyse, Platon’un ideal devletindeki uyum, yerini çıkar çatışmalarına bıraktıysa, yeniden bir “adalet arayışı”na çıkma vakti gelmiş olabilir mi?

Adalet, Bir Yolculuktur

İnsanlığın yolculuğu kesintisiz devam ederken, adaletin tam olarak ne olduğu belki de asla net biçimde tanımlanamayacak. Çünkü o, tarihsel yolculuğundan da anladığımız gibi bulunmaktan çok aranan bir değer. Ve bu arayış, insanlığın en eski yürüyüşlerinden biri.

Mitlerde tanrılarla başlayan, filozoflarla derinleşen; toplumlarla dönüşen ve insanlığın gideceği yeri belirleyen bir yürüyüş bu.

Belki de burada düşünmemiz gereken adaletin teraziyle değil pusulayla ilgili olduğudur. Yönümüzü gösterir, ama hiçbir zaman tam olarak varacağımız noktayı belirleyemez… Buna rağmen insan ne yolculuğundan ne arayışından vazgeçer yine de yürümeye devam eder. Çünkü adalet, sorguladıkça değil soruldukça, yargıyla değil kıyasla var olur.

Devamını Oku